Analiz
Savaş, göç, ekmek
Bu konuyu ele almayı düşünürken çok iç çektim. Çünkü bu konu aslında hepimizin ortak ve iç acıtan sorunu. Yüzyıllardır kapitalizm her sıkıştığında dünya halklarına aynı sorunu yaşatıyor. Nedir bu sorun diyeceksiniz… Elbette ki savaşlar ve sonucunda koca bir göç sorunu.
İnsanlık uluslaşıp ülke sınırları çizildiği günden bu yana, kimimiz kendi ülkemizin içinde başka şehirlere göç ediyoruz. Kimimiz ardımızda yaşadığımız toprakları, doğduğumuz büyüdüğümüz ülkeyi ailemizi bırakmak zorunda kalarak göç ediyoruz. Bir de bu göçlerin sebeplerini de doğru analiz etmek, okumak gerek.
Birinci sebep; değişen, dönüşen, makineleşen ve fabrikalaşan dünyada, bulunduğumuz şehirde, ülkede ya da coğrafyada bunların hiçbirinin eşit şekilde olmaması. Ekmek parası kazanamayacak duruma gelmemiz. Elbette ki bu sorunun çözümü de ülkelere, coğrafyaya fabrikaların daha fazla kurulması ve eşit yaşam koşullarının yani şehirleşmenin her yere yayılması ile mümkündür.
Bir diğer nokta ise çıkmaza giren bir avuç silah tüccarının yani kapitalizmin paydaşlarının sırf silah satabilmek için çıkardığı savaşlar. Yani kendi çıkmazlarından kurtulmak için bizi, coğrafya halklarını sürüklediği savaşlar, talanlar ve sonucunda koca bir göç. Evet buna çözümün nedir diye sorarsanız, tüm dünyada ve coğrafyada bu savaşların bizlerin savaşı olmadığını bilmek. Halkların kardeşliğini her yerde anlatmamız gerektiği. Bu savaşların yegane sebebinin aramıza sınırlar koyanlar olduğunu anlatıp ortak mücadele yollarını aramaktır.
Peki bizler bununla mücadele etmek için neler yapıyoruz? Hiç sorguluyor muyuz? Bence net bir şekilde sorgulamalıyız, eskilerin tabiri ile takkeyi önümüze koymalıyız
Örneğin biz iç göçe zorlananlar, bizim bulunduğumuz ülkeye savaşlardan ve yoksulluktan kaçarak gelenlere ne şekilde davrandığımızı sorgulamalıyız. Biz niye bir iç göçe zorlandık diye sorgulamalıyız. Dedelerimiz, ninelerimiz, annelerimiz, babalarımız ya da biz, niye bir iç göçe zorlandık diye sorgulamalıyız. Çünkü bunu sorgulamaya başlarsak dış göçe zorlananları, yani evini barkını, ailesini arkasında bırakmak zorunda kalıp buralara göç edenleri daha iyi anlarız. Ya da ben kendimden örnek verirsem: Ben bir Kürdüm. Bu ülkenin doğusunda yaşadım, doğdum büyüdüm ama yeterince gelişmeyen şehir, olmayan fabrikalar, var olan iç savaşlar, ülkeyi yönetenlerin politikaları beni İstanbul’a yerleşmeye zorladı. Diğer bir tabirle ekmek parası için, yaşama tutunabilmek için göç etmeye itti. Belki bu örnek biraz daha anlamamıza destek olur.
Bu yukarıda saydığım tüm sorgulamaları yaptığımız an, ucuza çalışmak zorunda kalan bir göçmene kızmak ya da öfkelenmek yerine onun emeğini öyle aşağılıkça sömüren patrona ve düzene doğru dönecektir öfkemiz. Şunu çok iyi bilmek gerekiyor: Bu ülkeye, başka bir ülkeye her ne koşulla göç etmek zorunda kalmışsa bir göçmen, göç ettiği yerde yaşamak için verilen her işi çok ucuza emeğini satma pahasına yapar. Balık istifi gibi 10 kişi ile 20 kişi ile aynı evde kalır.
Bu bağlamda bize düşen eşit işe eşit ücret hakkımızı savunmaktır, örgütlenmektir. Öfkemizi, bu ülke politikalarını patron için yürüten iktidara yöneltmektir. Sendikalı olup söz, yetki, karar hakkımıza; o sendikalarda hem kendi hakkımıza hem göçmen kardeşimizin hakkına sahip çıkmaktır.
Her ses ettiğimizde bizi “dışarda senin gibi milyonlar sırada bekliyor” diyerek çeşitli kodlarla işten atma tehdidini öne süren patron düzenine karşı ortak mücadeleyi genişletmeliyiz. Genişletmeliyiz ki Nazım’ın dizelerinde olduğu gibi dolaşabilsin bu ülkenin her tarafında işçi tulumuyla hürriyet.
Analiz
Bakan Şimşek’i Asgari Ücret İle Yaşamaya Davet Ediyoruz
Hani Almanya’nın Hans’ı Türkiye’nin Hasan’ını kıskanıyordu. AKP yetkilileri her gün onu pompalıyordu. Ne oldu da şimdi siklet düşürdük? Maliye Bakanı Şimşek, madem asgari ücret düşük değil, bırak 290 bin TL’lik maaşını, şu asgari maaşla geçin de görelim! Kaç gün geçinebiliyorsun?
TÜİK pinpon topuyla enflasyon hesabı yapıyor. Yıllık bazda %75 enflasyon, altı aylık bazda %25’ler seviyesine gelmiş durumda. Hal böyleyken Cumhurbaşkanı, Çalışma Bakanı asgari ücrete “ara zam yok. Aralık’ta görüşeceğiz” demekten vazgeçmiyor. 14 milyon TL’lik Mercedes’e binen bakan Şimşek, fedakarlık yapmamızı bekliyor. Gözümüzün içine bakıp, alay edercesine asgari ücreti 3. sınıf ülkelerle kıyaslıyor. Düşük değil diyor.
Açlık sınırında ücretlerle yaşayabileceğimize bizi inandırmak isteyenler, kendilerine de Temmuz’da zam yapıyorlar. Sayın bakanlar çok çalışıyor. Biz yan gelip yatıyoruz yani. En gülünç olanı da bu ülkenin emekçisini enflasyona ezdirmediklerini ifade ediyorlar. İşçi kardeşlerimize bir çağrımız var.
Zam için beklemeyelim. Birliğimizi kurup harekete geçelim! İşçiler bölünerek değil, birleşerek kazanacak! Haklarını alacak!
Analiz
Emrah Aydın Yazdı: Koltuk Sevdası ve Yaşam Mücadelesi
Sonu bir türlü gelmeyen ve insanları hep bir şekilde kandırıp inandırabilen bir iktidar var karşımızda.
Bununla birlikte hayatımızla oynayan, hayatımızla oynatmayı seven insanlarımız da var tabii. Sorumluluk ve sahiplenme konusunda çok iyiyiz. Becerikliyiz ve çalışkanız. Başta aile ve iş sorumluluklarımız var. Her birimiz de bu sorumluluklarımızı yerine getirmede iyiyiz. Ancak bunları yaptığımız halde bile eksiklerimiz fazlasıyla var.
Açıkçası yöneten her kim olursa olsun önce sözler verir ve ardından o koltuğa oturduğu anda verdiği sözler çöp olur. Bir de milletin sırtından inmek nedir bilmezler.
Pek çok kişi de “Nasılsa insanlar alışık” diyip “önceki de zaten milletin sırtındaydı, biz neden olmayalım?” diye düşünüyor nedense. Ama son seçimlerden sonra vatandaşlar pişman oldu mu? Evet pişmanlar. Bunun belli olduğu yüzlerindeki ifadeden aşikar.
Şimdi durumu aksine çevirmenin tam zamanı aslında. Üreten işçi ve emekçiler ise yöneten neden işçiler ve emekçiler olmuyor? Her şeyi yapan işçi emekçi ise tabii ki de olabilir. Aile desen onlar geçindiriyor, iş desen onlar görüyor. Bunları yapan her şeyi yapar.
Tüm işçi ve emekçilere seslenerek şunu söylemek isterim; hak ve hakkaniyet için birlikte bu yola çıkmalıyız. Ben ve diğer işçi kardeşlerimle birlikte gelin bu oyunu bozalım. Yine, yeniden biz kuralım. Bu patronlara ve onlar gibi insancıklara nasıl güzel bir yaşam olur gösterelim. Cevabımızı mutlu ve birlikte yaşam ile verelim ki onlara çok güzel bir tokat olsun.
Yapılacak bir şeyin olmadığını düşünen, art niyetli ve kendinden başka kimseyi düşünmeyen insancıklar da var aramızda. Ama şimdi artık her şey değiştiği gibi yeni nesil de değişti. Öz neslimize güvensizliğimiz tecrübe ile sabit. Ancak yine de kötülüğün değil iyiliğin göstergesi olmak için çalışmamız gerekir. Yönetmeyi birbirimizden öğrenmemiz gerekir. Onları bertaraf etmek için bunu uygulamamız gerekir.
Üreten biziz, yöneten de biz olalım.
Analiz
Mehmet Yıldırım Yazdı: Daha İyisini İstemeliyiz
İşçilerin kendi emeğine yabancılaştığı dönem demişti bir arkadaş; biz işçilerin verdiğimiz emekten çok veremediklerimizde aklımız kalır. Ofis çalışanı isek ofislerde olmamız bizim için bir şans niteliğinde, sahada isek sahanın esnekliği.
İnşaat işçisiyim. Babadan bir meslek ancak baba mesleği değil. Nefret etmiştim baba mesleği inşaattan. Nazım Hikmet’in dediği gibi bizde çocuklar erken olgunlaşır. Evet bizler erken olgunlaştık. Aile düzeni içinde ekonomi yedek gücü için üretildik. Belki de desek daha doğru olur, biliriz yabancı değiliz bu sözlere. Çocuklukta başlar bizim kapitalizm ile tanışmamız. Biz adını bilmeyiz bu sömürü düzenin ancak hissederiz çocukluğumuzu çalan bir şeylerin olduğunu. Ailen seni geçim kaynağının bir parçası görmez önce, hayatın kıymetini bil ekmek parası nasıl kazanılıyor öğren diye atar seni. Kimimiz tekstilde kimimiz oto tamirde kimimiz inşaatta kimimiz tarlada… Bizde erken başlar. Bende de öyle oldu. Erken başlayan bir baba mesleği. Öfkem baba mesleğine çocukluğumu çalan bir hırsız gibi.
Yıllar sonra ise yine baba mesleği ile aynı yerdeyim. Çok şey değişmiş. Ben tekstil, metal veya kimya sektöründe çalıştığım dönemde çok şey değişmiş inşaat sektöründe. Büyük projeler almış inşaat sektörünün gövdesini. Küçük müteahhitler yine varlar ve teknoloji aktif kullanılmaya başlanmış. Sırtımızda taşıdığımız kumu, çimentoyu artık asansör ve vinçler taşıyor. Her şey daha bir kolay olmuş.
Bizim için mi kolay olmuş yoksa zaman kazanmak için mi onu anlamak uzun sürmedi. Tabi iki zaman ve işçilikten kazanmak için. Ama bir yanılgıya düşmemek elde değil. İşler kolaylaştıkça insan emeğine yabancılaşıyor. Alışkın da değiliz sırtımızda yük olmadan çalışmaya. Son dönemde moda olan bir söylem düşünce beliriyor aklımızda, “İşim kolay hiçbir iş yapmıyorum” diye. Eskiden inşaat işçilerinin aldığı ücretler asgari ücretin yaklaşık 2-3 katı iken bugün asgari ücretle çalışmamızın sanırım bizi ikna eden kısım bu: İşim kolay, hiçbir iş yapmıyorum ki zaten!
Farklı sektörlerde çalıştım ve bu söylem bana hiç yabancı gelmiyor. Farklı işler, aynı söylem. Ama bizim işimiz çok rahat.
Sonrasında işveren temsilcisi, usta, şef, müdür hep bir ağızdan: İşimiz çok kolay, senden çok şey istemiyoruz. Ve düşük ücretler tabii… Her yerde düşük ücretlerle karşılaşıyorum artık. Bu sözle demiryolunda çalışıyorsun tehlikenin ortasında canın bir kenarda. Yöneticilerin söylediği o söz “en kolay işi biz yapıyoruz”. Ben de inanmaya başladım “en kolay iş benim işim”. Artık nerede çalışsam en kolay işi hep ben yapıyorum. Emeğe yabancılaşıyorum sanırım. Üretilen teknolojinin bugün bizlerin çalışma hayatını, yaşam standartlarını kolaylaştırmak için olduğunu bilsem de yabancılaşıyorum emeğime.
Vicdani muhasebe var hep bir yerlerde. Alışkın değiliz. 10 saat sahada olup bunun toplamında 5 saat çalışmaya alışkın değiliz ve 10 saat orda çakılı kalsak da aldığımız ücretlerin adaletini buradan belirliyoruz. Bitirdiğimiz projelerden milyarları alanlar, hiç emek vermeden işçilerin emeğinin toplamının yüzlerce katını kazananların karşısında bizler yaptığımız işi küçümsüyor ve emeğimize yabancılaşıyoruz. Daha iyisini istemiyoruz çünkü hak ettiğimizi düşünmüyoruz.
Düşük ücretlerle çalışırken yaşantımız öyle mi peki? Yani hayat şartları öyle kolay mı? Hiçbirimizin değil. Verdiğimiz kiralar asgari ücret kadar veya fazlası. Önceden benim hatırladığım o eski Türkiye dedikleri dönemde bir maaş ile geçinebilenler, çocukları okutan babalar, ev alabilen aileler vardı. Bugün ise bir evde en az iki kişi çalışmak zorundayız. Birimiz ev sahibine, diğerimiz markete faturalara. Geri kalanı ise tamamen yetersiz ve sağlıksız beslenmeye harcıyoruz.
Binlerce yıl geçmiş kölelik düzeni üzerinden. Teknoloji gelişmiş, bilim gelişmiş ancak o günün şartlarından daha kötü bir dönemdeyiz. Sanki sadece özgür olmakla övünüyoruz o günlere nispeten. Özgürlüğümüz ise “kendin için yaşa, kendin ol, her şeyden önemlisi sensin” zırvasının yalnızlaştırdığı bir özgürlük. Başımızda köle sahipleri yok ama onların düzeni var. Modern dünya ile hayatımızda iş seçme ve değiştirme hakkimiz var ama milyonlarca işsiz de var. Eskiden en az asgari geçim için belirlenen asgari ücret; bir kişinin ailesi ile kirası, beslenmesi, giyimi ve yaşam gerekliliği için belirlenmişken bugün asgari ücret sadece kiramıza yetiyor.
Ülkemiz büyük bir kriz içinde. Her gün cebimizdeki para değer kaybediyor. 2 yıl önce almak istediğimiz ev, araba vs. bugünün rakamı ile 10 katına çıkmış durumda. Bizler için hayal olan bu ihtiyaçlar ise ne kadar yoksullaştığımızın somut örneği. Yine bu dönem dışarda yediğimiz her bir şeyin hesabını yapar olduk. Gittiğimiz her bir mekan ya da restoranda ilk olarak fiyatlara bakıyoruz. Fiyatların yazmadığı restoran bizim korkulu rüyamız. Kaç para hesap gelecek, çocuğu olanlara daha da zor bir yaşam. Bu dönem üniversite okuyan çocuklar o ailenin kabus dönemi. Yurt parası ya da kirası, harçlığı, ihtiyaçları…
Okul okuyan çocuklar için de çok zor bir dönem. Son dönemlerde artan gençlerin bedenini sergileyerek para kazanmaları, dijital hastalıklı insanlar haline dönüşmeleri, bir yanda fuhuşun, hırsızlık ve uyuşturucunun artması. Hepsinin nedeni yine yaşadığımız bu ekonomik dönem. Bizler daha iyisini hak etmediğimize inanıyoruz. Her sene bir araya gelen satılık sendika temsilcisi Türk-İş ve benzerleri belirlenen asgari ücretin bizlere yeteceğini söylerken bizler de daha iyisi olması gerektiğine inanmıyoruz. Bugün asgari ücretin 11.400 lira olduğu bu ülkede İstanbul’da en düşük kiranın 12.000 lira olduğu bir denklem var. En az 30 bin olması gerekiyor ama en az diyemiyoruz çünkü buna inanmıyoruz.
Size benim ve çoğunuzun bildiği birşey hatırlatayım, asgari ücretin kiralara oranı 3’e 1 idi. İyi yerlerde bile maksimum 3’e 2 idi. Geldiğimiz hale bir bakın, içinde iken farkedemediğimiz kayıplar bunlar. Belki bir kısmımız fırsatçı ev sahipleri var diyebilir, öyle değil bence. Düzensiz göç alan bir ülkede 200 bin liralık ev 3 milyon olmuş son 2 senede. En önemlisi o ev sahipleri de senin benim gibi markette zamlanmış yağ alıyor ya da 18’den 40 liraya yaklaşmış petrol zammı ve hammedesi petrol olan her bir şeyi zamlı alıyor, senin gibi benim gibi.
Ülkenin gidişatı kemalistler ve siyasi İslam arasındaki tartışmadan daha ötede artık. Geleceğimiz kayboluyor, her geçen gün bir yerler satılıyor ve özelleştiriliyor. Her gün Körfez ülkeleriyle antlaşmalar, devamında yeni yerlerin satıldığına işaretler… Taşıma suyu ile değirmen çevirmeye çalışan bir hükümet ve çok derin bir kriz içindeyiz.
Son dönemlerde bize teknoloji gelişimiyle salt ‘sadece kendini düşün, kendin için yaşa ve sen her şeyden önemlisin’ fikrinin pompalandığını görüyoruz. Medyanın bizlerde yarattığı bu düşünceler hepimizi yalnızlaşmış, en yakınındakilere bile duyarsızlaşmış, kendinden başkasını düşünmeyen, konfor alanı içinde kalıp hareket edemeyen, konfor alanını bozmamak için hareket etmeyen bir topluluk haline getirdi.
Bakınız yaptığımız işlerde çok az çalışarak para kazanmak isteyen, evimizde hareketsiz ve sadece kendi kendimize bir şeylerle uğraşan, hak gasplarına, özgürlük ihlallerine tepki vermeyen, tepki veren eylemcileri de vatan haini ilan edenler olduk. Bizim konfor alanımız bozulmasın diye her şey; ancak artık o konfor alanını sağlamak zorlaşıyor. Ek iş ek mesai gerektiriyor. Bizler bunları hak etmiyoruz. Zenginlerin yarış böcekleri veya hobi bahçeleri değiliz. Değişim hepimiz ve daha önemlisi çocuklarımız için şart. Moğolların bir şarkısı var bilirsiniz, Bilmeyenler ve bilenler için “Bir şey yapmalı”. Tekrar bir dinleyelim, “Bir şey yapmalı.”
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
These ’90s fashion trends are making a comeback in 2017
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
The final 6 ‘Game of Thrones’ episodes might feel like a full season
-
Analiz4 ay önce
Bakan Şimşek’i Asgari Ücret İle Yaşamaya Davet Ediyoruz
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
According to Dior Couture, this taboo fashion accessory is back
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
The old and New Edition cast comes together to perform
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
Phillies’ Aaron Altherr makes mind-boggling barehanded play
-
Açıklama3 yıl önce
İnşaat-Sen’den Kazakistan’da mahsur kalan işçilerle ilgili açıklama
-
İşçi Hareketi7 yıl önce
Disney’s live-action Aladdin finally finds its stars