Bizimle iletişime geçin

Analiz

Nurseli Gözüaçık Yazdı: Rahatlığı Ne Zaman Unuttuk?

Yayınlandı

on

baretkafesi

 “100 bin lira borcum bir de 4 çocuğum var” diyor derdini anlatmaya başlarken. O, yeni havalimanı metro şantiyesi işçisi. 14 gün dinlenmeden, günde 10 saat tünel kazarak bakıyor o dört çocuğa…

 

Sendikalı oldular. Yüzde 75 zam istedikleri için işlerinden atıldılar. Ah yok mu şu oranlar! Yüzde 75 deyince beyaz yakalı patroncuların kalbi sıkışmış meğer. Diyorlar ki bu oranda zam mı olur? Sanki kendi cebinden çıkarıp veriyor maaşı.

 

Metro işçilerine yüzde 75 zam yapılsaydı işçiler ortalama 20 bin TL maaş alacaktı. Bakınız, yoksulluk sınırı 38 bin TL. Patronlar ve onların yaverleri yoksulluk sınırının yarısı kadar bile maaş istemeye lüks diyorlar.

 

Patronların adaletinde ücretli emeğin ortalama fiyatı asgari ücrettir. Yani bir işçinin işçi olarak kalabilmesi için gerekli olan tutardır. Asgari ücret, bir işçinin kuru canını yeniden üretmesine ancak yeter. Kuru canımızdan başka bir şey kalmadı elimizde.

 

Erdoğan geçtiğimiz günlerde bir konuşma yaptı. Diyor ki “ekonomik zorlukların biz de farkındayız”. Bu bir itiraftır. Dikkate alalım. AKP iktidarı bu ülkenin işçisine karnının doymasını vadetmiyor. Vadettiği tek şey kemer sıkma stratejisi. Önce dişini sık diyor, sonra boğazını sıkmaya geliyor emekçilerin. Zam, vergi, zulüm geliyor peşinden. Varlıklı olanlar, yoksulların kederini bilmez. Eve giderken çocuğuna pantolon alamadığı için hayatına son veren babaları gördü bu ülke. Boş tencere kaynatan annelerin haberlerini okudu bu ülke. Erdoğan’ın umurunda değil bunlar.

 

Ülkenin yüzde 60’ı asgari ücretle yaşıyor. Açlık sınırının altında yaşayan milyonların ülkesindeyiz. Ne milli ne yerli ya Erdoğan! Ülkesinin işçisi evine peynir alamıyorken o ucuz iş gücü ülkesi olmakla övünüyor. Çin gibi olacaktık. Yolunda ilerliyoruz. Van’dan Edirne’ye yoksulların çatısı olan iktidar: Ver şimdi mehteri.

 

Açılan market kapıları, sanayide tıkır tıkır işleyen makinalar, tünelleri kazanlar, vinçlerin üstünde güneşle savaşanlar bizleriz. Şu koca İstanbul’dan başlayın, ülkenin her adımında her yanan ışığın bile sahibi biziz. Biz üç kuruş paraya, patron kapısında kul olmaya gelmedik ki bu dünyaya. Yaşayacak günlerimiz, gülecek anlarımız var.

 

Ve gelelim sadede. Biz unuttuk bir şeyi. Refah içinde yaşayabilmeyi, gülebilmeyi, güneşli pazarları dinginlikle karşılamayı unuttuk. Tüm bu canlılığı yaratanlar olarak karnımızın doymasına tamah ettik. Suçlu biz değiliz, unutturdular. Hatırlama zamanı geldi de geçiyor kardeşim.

 

Her iş yerinde önümüzde durması gereken bir hedef var. En az yoksulluk sınırında ücretleri kazanmak için adım adım ilerlemeliyiz. Ekmek gibi, su gibi elzem bu. İlk adım olarak birlik olmalıyız. Mücadeleci sendikalarla yolumuzu da birleştirmeliyiz.

 

En az yoksulluk sınırında ücret almalıyız deyince “olmaz” demeyi bir kenara bırakalım. Ücret kavgası bugünün, savaştığımız patronları yenebilmek yarının garantisi olacak bizim için.

 

Bu koşulları değiştirmemiz gerekiyor. Belki bugün büyük bir yürüyüşün ilk adımlarını atacağız. Belki bugün güne şafak sökerken başlayacağız. Ancak başlamalıyız. Patronların nizamı bize ne bolluk ne de refah vadediyor.

 

Biz neden bu yoksulluğa her koşulda tamam diyelim ki?

 

Sınıfını bil, safa gel derler. İşçiysek, emekçiysek, şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak eğer çıkarlarımızın peşinden gitmeliyiz. Bizim çıkarımız; bolluk içinde doymaktır. Karnı açlıktan ses çıkarmayan milyonların ülkesinde yaşamaktır. Çalışırken eli, ayağı üşümeyen işçilerin ülkesini kurmaktır. Bu istikrarın parlayan bir adı var: Sosyalizm.

 

Geleceksin kardeşim, kendin için ve sevdiklerin için bu yolu yürüyeceğiz.



Omuz omuza kardeşçe haktan, adaletten, eşitlikten yana bir ülkeyi kuracağız.

 

 

Bu yazı ilk kez 21.08.2022’de Yarin.net.tr’de yayınlanmıştır

Analiz

Bir Mahkeme Kapısı Bu Kaçıncı Konkordato Hesabı?

Yayınlandı

on

Her ekonomik kriz, aynı soruyu yeniden sordurur: İlk kim etkilenir? Patronlar mı? Bankalar mı? Devlet mi? Hayır. En ağır yükü her zaman emekçiler taşır. Şirketler borca batar, patronlar “konkordato” ilan eder ve işçiler aylarca maaşlarını bekler. İşçilere tüm kapılar kapanır. Kimi zaman da kısa bir mesajla işten çıkarılırlar, tazminatlarını alamadan kapının önüne konulurlar. KFC ve Pizza Hut’ı işleten İş Gıda’nın konkordato ilan etmesi de bu düzenin en güncel örneği.

Bu hikâyeyi daha önce de okumuştuk: Atlasjet’te, Yeşil Kundura’da, Uğur Tekstil’de ve Kayı İnşaat’ta. Bu yeni değil, ancak yine de incelemeye ihtiyacımız var. Nereye basacağımızı bilelim ki adım atalım.

Kayı İnşaat patronu Coşkun Yılmaz, ‘battım’ diyordu. Oysa işçilere ödemediği maaşlarla Gaziantep Şehir Hastanesi’nden hisse satın almış, servetini güvenli limanlara taşımıştı. Patronlar için ‘battım’ demek, servetlerini koruyarak sahneden çekilmekten ibarettir. İşçilerin alın teri, onun batmadan önceki son kurtuluş çabasıydı. Konkordato ilanı, patron için bir kurtuluştu. Bizim içinse çetin bir mücadelenin başlangıcı.

Patronların ‘battım’ demesine aldanmayın. Onların batışı, en fazla uçağını, gemisini ya da birkaç hissesini satmaktan ibarettir. Peki, şahsi servetleri kaç bin emekçinin maaşına denk geliyor dersiniz? Konkordato başvurusu yapan tüm dolandırıcı patronların hikayesi aynıdır.

Konkordato ilan eden şirketlerin işçileri ise hep aynı kaderi paylaştı. Kayı İnşaat işçilerinin mücadelesinin nadir bir örnek olması, haklarını kuruşu kuruşuna almalarından kaynaklanıyordu.

Şimdi sıra KFC ve Pizza Hut işçilerinde. Onlar da aynı yolu yürüyecek. Birlik ve koordinasyonlarını sağlam adımlarla ilerletmek, her zaman öncelikleri olmalı. Bu süreçte iki temel meseleyi konuşmak zorundayız: Devletin işçi düşmanı bariyerleri ve işçilerin bu bariyerleri mücadeleyle aşma potansiyeli.

Ekonomik krizin ayak sesleri henüz duyulurken, iktidar kimin yanında olduğunu açıkça gösterdi. 2018’de İcra ve İflas Kanunu değiştirildi ve işçilerin alacakları, bankaların ve finans şirketlerinin alacaklarının gerisine itildi. Yetmedi, 2021’de piyasa alacakları da işçilerin alacaklarının önüne geçirildi. Oysa aynı iktidar, 2004 yılında kanunu değiştirerek işçi alacaklarını konkordato ve iflasta öncelikli hale getirmişti. 2018’de biz ‘kriz stantları’ açarken, AKP kriz hazırlığını sermayeden yana yapıyordu. 2021’de biz Kayı işçileriyle zafer ilan ederken, iktidar konkordato ve iflasta işçinin alacağına el koyuyordu. ‘İktidar gözünü önce işçinin cebine dikiyor’ dediğimizde bu, kuru bir ajitasyon gibi görünebilir. Oysa gerçek, işçilerin bağrında yanıyor.

İktidar, mahkemede kanunla, meydanda ise zorbalıkla emekçilerin üzerine yürüyor. Ancak hedefli bir mücadele, zafere ulaşabilir. Kayı işçileri kazandı çünkü süreci adım adım takip ettik ve patronların oyununu bozacak örgütlülüğe sahiptik. Şimdi sıra KFC ve Pizza Hut işçilerinde. Onlar da aynı yolu yürüyecek.

Konkordato sürecinin sistematik olarak takip edilmesi, KFC ve Pizza Hut işçilerinin lehine sonuçlar doğuracaktır. Şirketin elinde kalan her türlü varlık, öncelikle işçilerin hakkıdır. Öncelikle konkordatoda, ardından iflasta ‘öncelik işçilerin olacak’ cümlesini mahkeme salonundan meydanlara ve kamuoyuna taşımak gerekiyor.

Birlik ve koordinasyon, mahkeme sürecinin takibi, hedefli bir ilerleyiş ve kamuoyu baskısı. Kayı işçileri ile mücadelemizde bu üç unsur her daim ışığımız oldu ve bizi zafere ulaştırdı.

Evet, konkordato bir kalkandır; ancak işçileri koruyan değil, patronları kurtaran bir kalkan. Ancak Kayı işçileri, bu duvarı mücadeleyle delmeyi başardı ve haklarını aldı. KFC işçileri de aynı birlik ve mücadeleyle kazanabilir.

Konkordato ve iflas, yalnızca bir alacak meselesi değildir. Koca bir sınıfın hangi koşullarda yaşadığını ve koca bir ekonominin kimler için düzenlendiğini gösteriyor. İktidarın ilk kimi koruduğu, kimi ateşe attığı ise açıkça ortada.

İktidar, üretenlerin üzerine yürüyor. Kanunlarla kuşatıyor, zorbalıkla sindirmeye çalışıyor. Maaşını isteyene polis, sendikaya üye olana mahkeme, örgütlenene ise cezaevi yolu gösteriliyor.

Baskı büyük, ancak mücadele daha da büyük.

Koşullar zor, yük ağır. Ancak haklı olmak ve üreten taraf olmak, bize güç vermeli. Bir zeytin dalı nasıl yıllarca rüzgâra, yağmura ve toza direnir, her mevsim yeniden yeşerirse, emekçilerin mücadelesi de böyledir. Her birlik çabası, her kazanım, toprağa düşen bir tohum gibi büyüyecek ve yeni filizler verecektir.

İşçilerin birliği, mücadelenin en büyük gücüdür. Kayı işçileri bunu gösterdi. Şimdi sıra KFC ve Pizza Hut işçilerinde. Onlar da haklarını alacak, çünkü haklı olan kazanacak.

Continue Reading

Analiz

Söz, Yetki ve Karar Hakkı Belediye İşçilerinin Olmalı

Yayınlandı

on

Kartal’da, Ataşehir’de, Buca’da, Maltepe’de, Bornova’da ve Kadıköy belediyelerinde hareketli geçen TİS sürecine dair bu yazıyı kaleme alıyoruz. Grev alanından gözlemlerimiz ve yorumlarımızı bu yazımızda sizlerle paylaşacağız. Grevler fiili ve yasal bir şekilde sürerken, DİSK Genel-İş genel merkezi işçilerin iradesini neden yok saydı? SODEMSEN’in işçilere dayattığı TİS’i genel merkez neden imzaladı ve kabul ettİ? Gelin bu yazımızda hepsini konuşalım.

Asılan Grev Pankartları Neden İndi?

Kartal’da, Ataşehir’de, Buca’da, Maltepe’de, Bornova’da ve Kadıköy’de belediye işçileri büyük coşkularla astıkları grev pankartlarını birkaç saat hatta birkaç dakika sonra indirmek zorunda kaldılar. İşveren sendikasının yani SODEMSEN’in yöneticileri ile DİSK GENEL-İŞ yöneticileri danışıklı bir dövüşe imza attılar. Ne yazık ki balık baştan kokuyor ve işçiler ile onların seçtiği temsilcilerin kararları hiçe sayılıyor. Ancak yine de örgütlü bir şekilde ve kararlılıkla yan yana duran belediye emekçileri Maltepe Belediyesi’nde işveren sendikası olan SODEMSEN’e geri adım attırmayı başararak görüşme masasına belediye yönetimini oturttular.

DİSK Genel-İş sendikası şube yönetimleri, masada SODEMSEN ile görüşüyordu. SODEMSEN, işçilerin günlük ücretinin 1360 TL olmasını tekflif etti. Belediye işçilerinin karşı çıktığı ve grev kararı almasına neden olan maddelerden birisi buydu. Pazarlık edilen rakam günün sonunda sadece 1400-1420 TL’ye çıktı. İşçilerin beklentisi günlük ücretin en düşük 1900 TL olmasıydı. Bu rakamın dayanağı neydi? Bir evin kirasını İstanbul’da en düşük 20 Bin TL’den konuşuyoruz. Mutfak masrafı 15 bin TL’yi geçiyor. TÜİK’in her ay açıkladığı enflasyon ve açlık, yoksulluk sınırı ortada. Enflasyon göstergelerde düşüyor. Ama pazara, markete, kiraya, fatura yansımıyordu henüz.

Belediye işçilerinin istediği enflasyonun yarattığı kaybı karşılayacak ve yoksulluk sınırını aşmaya yaklaşacak bir sözleşmeydi. İşçilerde pazarlık edilecek taslağı buna göre hazırlıyor. Temmuz ayından beri süren bu görüşmelerde SODEMSEN bir adım ileri gitmiyor. Görüşmeler son güne yaklaşırken tıkanıyor. Ardından Genel-İş sendikası genel merkezi bir gece ansızın gelip imzayı atıyor. Tüm görüşme ve yasal grev süreci bitiyor.

İlk grev ateşi Kartal’da yandı. Sendika genel merkezi işçilerin iradesini ilk burada yok saydı. Ve grev 4. gününde devam ederken imzalar bir gece yarısı atıldı. Kartal belediyesi temizlik işçileri bu tutuma karşı temizlik garajında toplandı ve temizlik araçlarını çıkarmadı. Sokakları pırıl pırıl yapan işçilerin hakkını vermeyen belediye ve onları yok sayan sendika genel merkezine karşı çöpleri toplanmadı. Sendikanın işçiden taraf olmaması tesadüfi nedenlere bağlı değildi. Hep eleştirdiğimiz sendikal bürokratik anlayış orada kendi adımını atmaya hazırdı. Önceki TİS dönemlerinde de o imzalar atılmıştı. İşçilerin zaferle çıkacağı bir grev süreci yaşanmasın isteniyordu. İşçilerin kendi eliyle elde edeceği bir kazanım sendikanın bürokratik işleyişini zorlayacaktı. Bu deneyimin önüne geçen bir anlayış işçi sınıfının patron sınıfıyla mücadelesi önündeki en büyük engeldi.

Bir İmza Neden Birliğimizi Dağıtsın?

İşçi sendikalarında başkanlık yapanlar zamanla “buranın patronu benim” konumuna gelmiştir. Bu anlayışın ete kemiğe bürünmüş halini geçtiğimiz günlerde belediye işçilerinin grevlerinde hep birlikte gördük. İşçiler, sendikaları kendi rotasında harekete geçirebilecek durumda olmadıkları sürece, basit bir imza işçilerin birliğini dağıtmaya yetiyor. Peki bu durumu değiştirmek kolay mı? Elbette değil. Demokratik işleyişin garantilenmediği durumlarda sendika başkanları, işyeri temsilcilerinin ve işçilerin aleyhine kararlar alabilir. Bu tür engellerle mücadele edilmeden patronlarla mücadeleye geçmek pek mümkün değil. Bu da patron düzeninin emrinde hareket eden sendikal anlayışın bir yansımasıdır.

Dolayısıyla, sendika içinde demokratik işleyişi yeniden gündeme almak gerekiyor. Sendika üyelerinin karar süreçlerine gerçek anlamda katılması gerekir. Ateş her yeri sarmışken “Üyelerimize soralım, onlar karar versin!” gibi bir yaklaşım, demokratik işleyişi temsil etmez. İşçiler mücadelede kendi yol haritasını demokratik işleyişi olan bir sendikal zeminde bulabilir.

Bağımsız Demokratik Sendikaları Kuralım

Belediye şirketlerinde emek veren 550 Bin’e aşkın işçinin, bir an önce bu bürokratik sendikal anlayış ve sendikacılıktan kurtulmalıdır. İşçiler kendi bağımsız sendikalarını kurabilirler. Bu ilk etapta kulağa zor geliyor olabilir. Fakat belediye işçilerinde bunu yapacak güç ve kudret mevcuttur. – Baraj konusu bir sorun olarak düşünülürse – Birçok iş koluna göre %1’i aşmak kolay görünüyor. Barajı geçmek için gereken üye sayısı ortalama 5500’e tekabul ediyor. Bu kendi bulunduğumuz belediyelerin şantiyelerinden, atölyelerinden başlayarak ardından il bazlı ve bölgesel bir örgütlenme ile hayata geçirilmelidir. Belediye işçileri söz yetki ve karar mekanizmalarında ancak bu yol ile yer alabilir.

Ne sendikal mücadelemizden ne de sendikalarımızdan bu yüzden vazgeçmeyelim. Sendikaları ticarethane olarak gören ve aidatlarla gününe gün katan sendika ağalarının pençesinden kurtulmanın yolu işte buradan geçiyor. Yaşadıklarımız bizde düş kırıklığı ve umutsuzluk yaratmamalı. Kendi bağımsız ve demokratik sendikalarımızı yaratmalı ve söz, yetki, karar hakkının kimde olduğunu onlara göstermeliyiz. Ancak bu şekilde bu düzene karşı tek yumruk olabilir, başkanlara patronlara gücümüzü gösterebiliriz!

Continue Reading

Analiz

Bakan Şimşek’i Asgari Ücret İle Yaşamaya Davet Ediyoruz

Yayınlandı

on

Hani Almanya’nın Hans’ı Türkiye’nin Hasan’ını kıskanıyordu. AKP yetkilileri her gün onu pompalıyordu. Ne oldu da şimdi siklet düşürdük? Maliye Bakanı Şimşek, madem asgari ücret düşük değil, bırak 290 bin TL’lik maaşını, şu asgari maaşla geçin de görelim! Kaç gün geçinebiliyorsun?

TÜİK pinpon topuyla enflasyon hesabı yapıyor. Yıllık bazda %75 enflasyon, altı aylık bazda %25’ler seviyesine gelmiş durumda. Hal böyleyken Cumhurbaşkanı, Çalışma Bakanı asgari ücrete “ara zam yok. Aralık’ta görüşeceğiz” demekten vazgeçmiyor. 14 milyon TL’lik Mercedes’e binen bakan Şimşek, fedakarlık yapmamızı bekliyor. Gözümüzün içine bakıp, alay edercesine asgari ücreti 3. sınıf ülkelerle kıyaslıyor. Düşük değil diyor.

Açlık sınırında ücretlerle yaşayabileceğimize bizi inandırmak isteyenler, kendilerine de Temmuz’da zam yapıyorlar. Sayın bakanlar çok çalışıyor. Biz yan gelip yatıyoruz yani. En gülünç olanı da bu ülkenin emekçisini enflasyona ezdirmediklerini ifade ediyorlar. İşçi kardeşlerimize bir çağrımız var.

Zam için beklemeyelim. Birliğimizi kurup harekete geçelim! İşçiler bölünerek değil, birleşerek kazanacak! Haklarını alacak!

Continue Reading

Trending