Bizimle iletişime geçin

Analiz

Bakan Şimşek’i Asgari Ücret İle Yaşamaya Davet Ediyoruz

Yayınlandı

on

Hani Almanya’nın Hans’ı Türkiye’nin Hasan’ını kıskanıyordu. AKP yetkilileri her gün onu pompalıyordu. Ne oldu da şimdi siklet düşürdük? Maliye Bakanı Şimşek, madem asgari ücret düşük değil, bırak 290 bin TL’lik maaşını, şu asgari maaşla geçin de görelim! Kaç gün geçinebiliyorsun?

TÜİK pinpon topuyla enflasyon hesabı yapıyor. Yıllık bazda %75 enflasyon, altı aylık bazda %25’ler seviyesine gelmiş durumda. Hal böyleyken Cumhurbaşkanı, Çalışma Bakanı asgari ücrete “ara zam yok. Aralık’ta görüşeceğiz” demekten vazgeçmiyor. 14 milyon TL’lik Mercedes’e binen bakan Şimşek, fedakarlık yapmamızı bekliyor. Gözümüzün içine bakıp, alay edercesine asgari ücreti 3. sınıf ülkelerle kıyaslıyor. Düşük değil diyor.

Açlık sınırında ücretlerle yaşayabileceğimize bizi inandırmak isteyenler, kendilerine de Temmuz’da zam yapıyorlar. Sayın bakanlar çok çalışıyor. Biz yan gelip yatıyoruz yani. En gülünç olanı da bu ülkenin emekçisini enflasyona ezdirmediklerini ifade ediyorlar. İşçi kardeşlerimize bir çağrımız var.

Zam için beklemeyelim. Birliğimizi kurup harekete geçelim! İşçiler bölünerek değil, birleşerek kazanacak! Haklarını alacak!

Okumaya devam et

Analiz

Emrah Aydın Yazdı: Koltuk Sevdası ve Yaşam Mücadelesi

Yayınlandı

on

iscisi

Sonu bir türlü gelmeyen ve insanları hep bir şekilde kandırıp inandırabilen bir iktidar var karşımızda.

Bununla birlikte hayatımızla oynayan, hayatımızla oynatmayı seven insanlarımız da var tabii. Sorumluluk ve sahiplenme konusunda çok iyiyiz. Becerikliyiz ve çalışkanız. Başta aile ve iş sorumluluklarımız var. Her birimiz de bu sorumluluklarımızı yerine getirmede iyiyiz. Ancak bunları yaptığımız halde bile eksiklerimiz fazlasıyla var.

Açıkçası yöneten her kim olursa olsun önce sözler verir ve ardından o koltuğa oturduğu anda verdiği sözler çöp olur. Bir de milletin sırtından inmek nedir bilmezler.

Pek çok kişi de “Nasılsa insanlar alışık” diyip “önceki de zaten milletin sırtındaydı, biz neden olmayalım?” diye düşünüyor nedense. Ama son seçimlerden sonra vatandaşlar pişman oldu mu? Evet pişmanlar. Bunun belli olduğu yüzlerindeki ifadeden aşikar.

Şimdi durumu aksine çevirmenin tam zamanı aslında. Üreten işçi ve emekçiler ise yöneten neden işçiler ve emekçiler olmuyor? Her şeyi yapan işçi emekçi ise tabii ki de olabilir. Aile desen onlar geçindiriyor, iş desen onlar görüyor. Bunları yapan her şeyi yapar.

Tüm işçi ve emekçilere seslenerek şunu söylemek isterim; hak ve hakkaniyet için birlikte bu yola çıkmalıyız. Ben ve diğer işçi kardeşlerimle birlikte gelin bu oyunu bozalım. Yine, yeniden biz kuralım. Bu patronlara ve onlar gibi insancıklara nasıl güzel bir yaşam olur gösterelim. Cevabımızı mutlu ve birlikte yaşam ile verelim ki onlara çok güzel bir tokat olsun.

Yapılacak bir şeyin olmadığını düşünen, art niyetli ve kendinden başka kimseyi düşünmeyen insancıklar da var aramızda. Ama şimdi artık her şey değiştiği gibi yeni nesil de değişti. Öz neslimize güvensizliğimiz tecrübe ile sabit. Ancak yine de kötülüğün değil iyiliğin göstergesi olmak için çalışmamız gerekir. Yönetmeyi birbirimizden öğrenmemiz gerekir. Onları bertaraf etmek için bunu uygulamamız gerekir.

Üreten biziz, yöneten de biz olalım.

Continue Reading

Analiz

Mehmet Yıldırım Yazdı: Daha İyisini İstemeliyiz

Yayınlandı

on

shanty

İşçilerin kendi emeğine yabancılaştığı dönem demişti bir arkadaş; biz işçilerin verdiğimiz emekten çok veremediklerimizde aklımız kalır. Ofis çalışanı isek ofislerde olmamız bizim için bir şans niteliğinde, sahada isek sahanın esnekliği.

 

İnşaat işçisiyim. Babadan bir meslek ancak baba mesleği değil. Nefret etmiştim baba mesleği inşaattan. Nazım Hikmet’in dediği gibi bizde çocuklar erken olgunlaşır. Evet bizler erken olgunlaştık. Aile düzeni içinde ekonomi yedek gücü için üretildik. Belki de desek daha doğru olur, biliriz yabancı değiliz bu sözlere. Çocuklukta başlar bizim kapitalizm ile tanışmamız. Biz adını bilmeyiz bu sömürü düzenin ancak hissederiz çocukluğumuzu çalan bir şeylerin olduğunu. Ailen seni geçim kaynağının bir parçası görmez önce, hayatın kıymetini bil ekmek parası nasıl kazanılıyor öğren diye atar seni. Kimimiz tekstilde kimimiz oto tamirde kimimiz inşaatta kimimiz tarlada… Bizde erken başlar. Bende de öyle oldu. Erken başlayan bir baba mesleği. Öfkem baba mesleğine çocukluğumu çalan bir hırsız gibi. 

 

Yıllar sonra ise yine baba mesleği ile aynı yerdeyim. Çok şey değişmiş. Ben tekstil, metal veya kimya sektöründe çalıştığım dönemde çok şey değişmiş inşaat sektöründe. Büyük projeler almış inşaat sektörünün gövdesini. Küçük müteahhitler yine varlar ve teknoloji aktif kullanılmaya başlanmış. Sırtımızda taşıdığımız kumu, çimentoyu artık asansör ve vinçler taşıyor. Her şey daha bir kolay olmuş.

Bizim için mi kolay olmuş yoksa zaman kazanmak için mi onu anlamak uzun sürmedi. Tabi iki zaman ve işçilikten kazanmak için. Ama bir yanılgıya düşmemek elde değil. İşler kolaylaştıkça insan emeğine yabancılaşıyor. Alışkın da değiliz sırtımızda yük olmadan çalışmaya. Son dönemde moda olan bir söylem düşünce beliriyor aklımızda, “İşim kolay hiçbir iş yapmıyorum” diye. Eskiden inşaat işçilerinin aldığı ücretler asgari ücretin yaklaşık 2-3 katı iken bugün asgari ücretle çalışmamızın sanırım bizi ikna eden kısım bu: İşim kolay, hiçbir iş yapmıyorum ki zaten!

 

Farklı sektörlerde çalıştım ve bu söylem bana hiç yabancı gelmiyor. Farklı işler, aynı söylem. Ama bizim işimiz çok rahat.

Sonrasında işveren temsilcisi, usta, şef, müdür hep bir ağızdan: İşimiz çok kolay, senden çok şey istemiyoruz. Ve düşük ücretler tabii… Her yerde düşük ücretlerle karşılaşıyorum artık. Bu sözle demiryolunda çalışıyorsun tehlikenin ortasında canın bir kenarda. Yöneticilerin söylediği o söz “en kolay işi biz yapıyoruz”. Ben de inanmaya başladım “en kolay iş benim işim”. Artık nerede çalışsam en kolay işi hep ben yapıyorum. Emeğe yabancılaşıyorum sanırım. Üretilen teknolojinin bugün bizlerin çalışma hayatını, yaşam standartlarını kolaylaştırmak için olduğunu bilsem de yabancılaşıyorum emeğime.

 

Vicdani muhasebe var hep bir yerlerde. Alışkın değiliz. 10 saat sahada olup bunun toplamında 5 saat çalışmaya alışkın değiliz ve 10 saat orda çakılı kalsak da aldığımız ücretlerin adaletini buradan belirliyoruz. Bitirdiğimiz projelerden milyarları alanlar, hiç emek vermeden işçilerin emeğinin toplamının yüzlerce katını kazananların karşısında bizler yaptığımız işi küçümsüyor ve emeğimize yabancılaşıyoruz. Daha iyisini istemiyoruz çünkü hak ettiğimizi düşünmüyoruz. 

 

Düşük ücretlerle çalışırken yaşantımız öyle mi peki? Yani hayat şartları öyle kolay mı? Hiçbirimizin değil. Verdiğimiz kiralar asgari ücret kadar veya fazlası. Önceden benim hatırladığım o eski Türkiye dedikleri dönemde bir maaş ile geçinebilenler, çocukları okutan babalar, ev alabilen aileler vardı. Bugün ise bir evde en az iki kişi çalışmak zorundayız. Birimiz ev sahibine, diğerimiz markete faturalara. Geri kalanı ise tamamen yetersiz ve sağlıksız beslenmeye harcıyoruz.

Binlerce yıl geçmiş kölelik düzeni üzerinden. Teknoloji gelişmiş, bilim gelişmiş ancak o günün şartlarından daha kötü bir dönemdeyiz. Sanki sadece özgür olmakla övünüyoruz o günlere nispeten. Özgürlüğümüz ise “kendin için yaşa, kendin ol, her şeyden önemlisi sensin” zırvasının yalnızlaştırdığı bir özgürlük. Başımızda köle sahipleri yok ama onların düzeni var. Modern dünya ile hayatımızda iş seçme ve değiştirme hakkimiz var ama milyonlarca işsiz de var. Eskiden en az asgari geçim için belirlenen asgari ücret; bir kişinin ailesi ile kirası, beslenmesi, giyimi ve yaşam gerekliliği için belirlenmişken bugün asgari ücret sadece kiramıza yetiyor.

 

Ülkemiz büyük bir kriz içinde. Her gün cebimizdeki para değer kaybediyor. 2 yıl önce almak istediğimiz ev, araba vs. bugünün rakamı ile 10 katına çıkmış durumda. Bizler için hayal olan bu ihtiyaçlar ise ne kadar yoksullaştığımızın somut örneği. Yine bu dönem dışarda yediğimiz her bir şeyin hesabını yapar olduk. Gittiğimiz her bir mekan ya da restoranda ilk olarak fiyatlara bakıyoruz. Fiyatların yazmadığı restoran bizim korkulu rüyamız. Kaç para hesap gelecek, çocuğu olanlara daha da zor bir yaşam. Bu dönem üniversite okuyan çocuklar o ailenin kabus dönemi. Yurt parası ya da kirası, harçlığı, ihtiyaçları…

 

Okul okuyan çocuklar için de çok zor bir dönem. Son dönemlerde artan gençlerin bedenini sergileyerek para kazanmaları, dijital hastalıklı insanlar haline dönüşmeleri, bir yanda fuhuşun, hırsızlık ve uyuşturucunun artması. Hepsinin nedeni yine yaşadığımız bu ekonomik dönem. Bizler daha iyisini hak etmediğimize inanıyoruz. Her sene bir araya gelen satılık sendika temsilcisi Türk-İş ve benzerleri belirlenen asgari ücretin bizlere yeteceğini söylerken bizler de daha iyisi olması gerektiğine inanmıyoruz. Bugün asgari ücretin 11.400 lira olduğu bu ülkede İstanbul’da en düşük kiranın 12.000 lira olduğu bir denklem var. En az 30 bin olması gerekiyor ama en az diyemiyoruz çünkü buna inanmıyoruz.

 

Size benim ve çoğunuzun bildiği birşey hatırlatayım, asgari ücretin kiralara oranı 3’e 1 idi. İyi yerlerde bile maksimum 3’e 2 idi. Geldiğimiz hale bir bakın, içinde iken farkedemediğimiz kayıplar bunlar. Belki bir kısmımız fırsatçı ev sahipleri var diyebilir, öyle değil bence. Düzensiz göç alan bir ülkede 200 bin liralık ev 3 milyon olmuş son 2 senede. En önemlisi o ev sahipleri de senin benim gibi markette zamlanmış yağ alıyor ya da 18’den 40 liraya yaklaşmış petrol zammı ve hammedesi petrol olan her bir şeyi zamlı alıyor, senin gibi benim gibi.

 

Ülkenin gidişatı kemalistler ve siyasi İslam arasındaki tartışmadan daha ötede artık. Geleceğimiz kayboluyor, her geçen gün bir yerler satılıyor ve özelleştiriliyor. Her gün Körfez ülkeleriyle antlaşmalar, devamında yeni yerlerin satıldığına işaretler… Taşıma suyu ile değirmen çevirmeye çalışan bir hükümet ve çok derin bir kriz içindeyiz.

Son dönemlerde bize teknoloji gelişimiyle salt ‘sadece kendini düşün, kendin için yaşa ve sen her şeyden önemlisin’ fikrinin pompalandığını görüyoruz. Medyanın bizlerde yarattığı bu düşünceler hepimizi yalnızlaşmış, en yakınındakilere bile duyarsızlaşmış, kendinden başkasını düşünmeyen, konfor alanı içinde kalıp hareket edemeyen, konfor alanını bozmamak için hareket etmeyen bir topluluk haline getirdi.

Bakınız yaptığımız işlerde çok az çalışarak para kazanmak isteyen, evimizde hareketsiz ve sadece kendi kendimize bir şeylerle uğraşan, hak gasplarına, özgürlük ihlallerine tepki vermeyen, tepki veren eylemcileri de vatan haini ilan edenler olduk. Bizim konfor alanımız bozulmasın diye her şey; ancak artık o konfor alanını sağlamak zorlaşıyor. Ek iş ek mesai gerektiriyor. Bizler bunları hak etmiyoruz. Zenginlerin yarış böcekleri veya hobi bahçeleri değiliz. Değişim hepimiz ve daha önemlisi çocuklarımız için şart. Moğolların bir şarkısı var bilirsiniz, Bilmeyenler ve bilenler için “Bir şey yapmalı”. Tekrar bir dinleyelim, “Bir şey yapmalı.”

Continue Reading

Analiz

Nurseli Gözüaçık Yazdı: Rahatlığı Ne Zaman Unuttuk?

Yayınlandı

on

baretkafesi

 “100 bin lira borcum bir de 4 çocuğum var” diyor derdini anlatmaya başlarken. O, yeni havalimanı metro şantiyesi işçisi. 14 gün dinlenmeden, günde 10 saat tünel kazarak bakıyor o dört çocuğa…

 

Sendikalı oldular. Yüzde 75 zam istedikleri için işlerinden atıldılar. Ah yok mu şu oranlar! Yüzde 75 deyince beyaz yakalı patroncuların kalbi sıkışmış meğer. Diyorlar ki bu oranda zam mı olur? Sanki kendi cebinden çıkarıp veriyor maaşı.

 

Metro işçilerine yüzde 75 zam yapılsaydı işçiler ortalama 20 bin TL maaş alacaktı. Bakınız, yoksulluk sınırı 38 bin TL. Patronlar ve onların yaverleri yoksulluk sınırının yarısı kadar bile maaş istemeye lüks diyorlar.

 

Patronların adaletinde ücretli emeğin ortalama fiyatı asgari ücrettir. Yani bir işçinin işçi olarak kalabilmesi için gerekli olan tutardır. Asgari ücret, bir işçinin kuru canını yeniden üretmesine ancak yeter. Kuru canımızdan başka bir şey kalmadı elimizde.

 

Erdoğan geçtiğimiz günlerde bir konuşma yaptı. Diyor ki “ekonomik zorlukların biz de farkındayız”. Bu bir itiraftır. Dikkate alalım. AKP iktidarı bu ülkenin işçisine karnının doymasını vadetmiyor. Vadettiği tek şey kemer sıkma stratejisi. Önce dişini sık diyor, sonra boğazını sıkmaya geliyor emekçilerin. Zam, vergi, zulüm geliyor peşinden. Varlıklı olanlar, yoksulların kederini bilmez. Eve giderken çocuğuna pantolon alamadığı için hayatına son veren babaları gördü bu ülke. Boş tencere kaynatan annelerin haberlerini okudu bu ülke. Erdoğan’ın umurunda değil bunlar.

 

Ülkenin yüzde 60’ı asgari ücretle yaşıyor. Açlık sınırının altında yaşayan milyonların ülkesindeyiz. Ne milli ne yerli ya Erdoğan! Ülkesinin işçisi evine peynir alamıyorken o ucuz iş gücü ülkesi olmakla övünüyor. Çin gibi olacaktık. Yolunda ilerliyoruz. Van’dan Edirne’ye yoksulların çatısı olan iktidar: Ver şimdi mehteri.

 

Açılan market kapıları, sanayide tıkır tıkır işleyen makinalar, tünelleri kazanlar, vinçlerin üstünde güneşle savaşanlar bizleriz. Şu koca İstanbul’dan başlayın, ülkenin her adımında her yanan ışığın bile sahibi biziz. Biz üç kuruş paraya, patron kapısında kul olmaya gelmedik ki bu dünyaya. Yaşayacak günlerimiz, gülecek anlarımız var.

 

Ve gelelim sadede. Biz unuttuk bir şeyi. Refah içinde yaşayabilmeyi, gülebilmeyi, güneşli pazarları dinginlikle karşılamayı unuttuk. Tüm bu canlılığı yaratanlar olarak karnımızın doymasına tamah ettik. Suçlu biz değiliz, unutturdular. Hatırlama zamanı geldi de geçiyor kardeşim.

 

Her iş yerinde önümüzde durması gereken bir hedef var. En az yoksulluk sınırında ücretleri kazanmak için adım adım ilerlemeliyiz. Ekmek gibi, su gibi elzem bu. İlk adım olarak birlik olmalıyız. Mücadeleci sendikalarla yolumuzu da birleştirmeliyiz.

 

En az yoksulluk sınırında ücret almalıyız deyince “olmaz” demeyi bir kenara bırakalım. Ücret kavgası bugünün, savaştığımız patronları yenebilmek yarının garantisi olacak bizim için.

 

Bu koşulları değiştirmemiz gerekiyor. Belki bugün büyük bir yürüyüşün ilk adımlarını atacağız. Belki bugün güne şafak sökerken başlayacağız. Ancak başlamalıyız. Patronların nizamı bize ne bolluk ne de refah vadediyor.

 

Biz neden bu yoksulluğa her koşulda tamam diyelim ki?

 

Sınıfını bil, safa gel derler. İşçiysek, emekçiysek, şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak eğer çıkarlarımızın peşinden gitmeliyiz. Bizim çıkarımız; bolluk içinde doymaktır. Karnı açlıktan ses çıkarmayan milyonların ülkesinde yaşamaktır. Çalışırken eli, ayağı üşümeyen işçilerin ülkesini kurmaktır. Bu istikrarın parlayan bir adı var: Sosyalizm.

 

Geleceksin kardeşim, kendin için ve sevdiklerin için bu yolu yürüyeceğiz.



Omuz omuza kardeşçe haktan, adaletten, eşitlikten yana bir ülkeyi kuracağız.

 

 

Bu yazı ilk kez 21.08.2022’de Yarin.net.tr’de yayınlanmıştır

Continue Reading

Trending