Türkiye “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin imzacılarından biridir. Anayasa’nın 90. maddesi gereğince, usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş uluslararası anlaşmalar kanun hükmündedir.
Ve bu sözleşmenin ilk maddesi der ki, “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak gereğince halklar kendi siyasal statülerini özgürce kararlaştırırlar ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar.”
Peki gerçekte durum ne?
Yıllardır süre gelen Kürt meselesinin yanında bir de Suriyeli mülteci meselemiz var artık. Ancak hiçbir çözüm yok. Çünkü refah, huzur ve ekonomik özgürlüklerin önüne geçen, kendilerince daha mühim bir konuyla ilgileniyorlar. Kâr etmek.
Söz konusu mülteciler olunca aklımıza gelen ilk sorun ne? Eğer Türkiyeli bir işçiyseniz; Suriyeli işçi = rekabet demek. Bu rekabet düşüncesinin altında yatan sebeplerden ilki ise sayıları 10 milyonları bulan işsizlikle beraber yerli ve milli söylemlerle artan ırkçılık. Hepimiz duymuşuzdur: Suriyelilere tanınan sınırsız haklar, ücretsiz sağlık, eğitim, bilmem kaç bin TL’lik devlet desteği… Mesela sağlık sigortalarının kayıttan 1 yıl sonra kapatıldığını biliyor muydunuz?*
Rekabet düşüncesine sebep olan ve bizim üzerinde en çok duracağımız ikinci mesele ise bu durumu fırsata çeviren patronlar. Biraz dikkatli iseniz sosyal medyada sıkça görürsünüz… “Suriyeliler geldi, bize iş kalmadı.” Ya da “Onlar da her şartta çalışıyor abi, yoksa biz kabul eder miydik sigortasız çalışmayı?”
Pandemi gibi dünya çapında yaşanan çok büyük bir sağlık sorunu ile karşı karşıyayız. Bu şartlarda çalışma izni, sağlık sigortası olmadan hayatta kalmaya çalışırken bir de gittiğiniz her yerde ırkçılığa maruz kaldığınızı düşünün. Üzerine milyon dolarlık anlaşmalar yapılan, ancak oradan oraya sürüklenen mülteci bir vatandaş olsaydınız, siz de hayatta kalmak için her yerde, her şartta çalışmayı kabul etmez miydiniz?
Bu günlerde işçi ve işveren sendika temsilcileri asgari ücretle ilgili görüşmeler sonucu bir takım açıklamalar yapıyor. İşveren tarafı “Ani ücret değişimleri işsizlik yaratır. Kayıt dışına yönelim olur” diyor. Sanki milyonlarca işçi, Suriyeli ya da Türkiyeli fark etmeksizin tüm sosyal haklarını alarak çalışıyormuş gibi. Hala utanmadan aba altından sopa gösteriyorlar.
Bu oyuna gelmeyiniz kardeşlerim. Mesele hiçbir zaman kayıt dışı çalışan Suriyeli işçi kardeşlerimiz olmadı. Bunlar patronların kasalarını daha fazla doldurma bahaneleri.
Esas mesele sınıftır. Ve bize düşen bunu bütün işçi sınıfına anlatmaktır. Çünkü patronların gözünde hepimiz onların kâr etme aracından başka bir şey değiliz. Ne cinsiyetimizin (ki bunu özellikle belirtiyorum. Bir dönem çıkıp kadınlar iş hayatında olduğu için işsizlik var diyen asalaklar vardı) ne ırkımızın ne de hangi dinden olduğumuzun bir önemi yoktur.
Onlar bile bunun farkındayken bize ne oluyor da ayrışıyoruz? Ekonomik krizi yaratanlar, pandemi koşullarında bile kârına kâr katmaya devam ederken, neden krizlerin bedelini ödeyen hep biz oluyoruz? Evine ekmek götürmek için günde 10 saat, hafta sonu / hafta içi fark etmeksizin çalışan işçi, kafasını kaldırıp gerçekte ne oluyor diye sorabilecek durumda mı? Tabii değil. Sosyal medyada, televizyonda gördüğü safsatalarla, bilgi kirliliği ve yandaş medyaların da yardımıyla kendi içimizde kin ve nefretle besleniyoruz.
İşte tüm bu sorulara ve sorunlara beraber çözüm bulmak için, sömürüye karşı durmak isteyen emekçilerle “Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin”** diyerek örgütleniyoruz.
Notlar:
*06.12.2019 tarihinde Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) 89. Madde, 3. fıkra (a) bendine getirilen değişiklik ile Türkiye’nin çeşitli illerinde uluslararası koruma sahiplerinin sigortaları kapatılmaya başlanmıştır.
** Komünist Manifesto- Karl Marx-Friedrich Engels