
“Şu anda çok zor dönemdeyiz eğer daha iyi şartlarda çalışmaya başlarsak maaşlarınıza daha iyi zamlar yapılacaktır” diyen işverene asla inanmıyoruz. İşverenin şu savını hiçbir zaman benimsememek gerekiyor.
Emekçilerin üzerindeki baskılara ve yoksulluklara hatta insanlık dışı yaşam koşullarına aldırmaksızın ekonomi politik konuşmak yada gündem dışı olduğunu söylemek her zaman günceldir. Medya sermayenin elinde, istedikleri gibi at koşturup fink atabiliyorlar. Her zaman ama her zaman şaşmaz onların savunmaları. Kendileri gibi olanı gökyüzüne çıkarıyor, kendilerinden olmayanı yerden yere vuruyorlar.
Neymiş bu hödüklerin dur durak bilmeden kendilerini haklı çıkarma ve kendilerine hak verecek bir güruh bulma çabaları.
“Asgari ücret enflasyonun üzerinde yapılmış ve vatandaşı enflasyona ezdirmemişler”
“Emekçilere daha yüksek bir ücret verirler ise sermaye işlemez,fabrikalar batar ve işsizlik onarılamaz hale gelirmiş”
“Ekonomik kriz ve işsizlik yokmuş, vatandaş iş beğenmiyormuş”
“İntiharların sebebi işsizlik ve yoksulluk değil, psikolojik rahatsızlıkmış” vs.
Daha neler neler anlatmaya izah etmeye gücümüz zamanımız yetmez. Asgari ücrete enflasyonun üzerinde zam yapılmadı sadece TÜİK rakamlarla oynadı. Bu durumun niteliğini hepimiz bildiğimiz için bu konunun üzerinde durmak istemiyorum. Aslında benim değinmek istediğim konu, asgari ücretin üzerinde işçi çalıştıran kurumların ocak ayında zam yapmaya giriştiklerinde sığındıkları geleneksel yamyamlıktır.
Gerçekten işçilere yüksek ücretler verildiğinde fabrikalar, inşaat sektörü yada kamu kurumları bir batma sürecine girerler mi?
Şimdi şöyle düşünelim; varsayalım ki işçinin maaşı 2500 TL dolaylarında ve Ocak ayında yapılacak zamla maaş 3000 TL oldu. 100-200 TL zam yerine 500 TL zam yapmak işverenin batmasına sebep olur mu? Kesinlikle batmaz. Batmaz çünkü iş sıkışıklığı yaşandığın da zaten işveren işçiyi mesaiye bırakarak 3000 TL den daha fazla ücreti gözünü kırpmadan veriyor.
Diyeceksiniz ki evet ama fazla mesai demek daha fazla üretim demek, fazla mesai demek daha fazla çalışmak demek. Evet ama iş sıkışıklığı işçilerin çalışmak istememeleri ve mutsuz olmalarından kaynaklanıyor dersek haksızlık yapmış olmayız herhalde. Örnekleme ile açıklarsak her şey daha saydam hale gelecektir.
Taşlı olan yolda istediği yere 12 saatte varan otomobil, taşlı olmayan yolda 8 saatte istediği yere ulaşabiliyor. Yol üretim sürecidir, işçiyi ise otomobil olarak düşünelim. Zaten taşlarda sizin de bildiğiniz gibi işçilerin yaşadığı maddi manevi sorunlar. Aslında kafamız da canlandırdığımız da gerçekten bu sürecin bu şekilde yaşandığına hepiniz ikna olacağızdır.
Hem işveren kötü ve verimsiz çalışan işçiyi işten çıkarırken dayanak olarak kendine ”hiç bir işe yaramıyordu” diye savunur. Kötü ve verimsiz çalışmak diye bir şey yoktur. Olan şey bir işçinin önüne daha fazla konulmuştur ilerlemesine müsaade edilmemiştir.
İşverenler işçilerin yollarını taşlardan temizlemek yerine işçiyi değiştirip yola müdahale etmiyorlar.
Kardeşlerim ekonomik kriz var diye zam istemeden önce”acaba zammı çok bulup işveren beni işten çıkarır mı”diye düşünüyorsunuz. Çıkarma ihtimali çok yüksektir ama birlik olmuş olan işçilerin hepsini bir anda kovmaya hiçbir patronun gücü yetmeyecektir. “Şu anda çok zor dönemdeyiz eğer daha iyi şartlarda çalışmaya başlarsak maaşlarınıza daha iyi zamlar yapılacaktır” diyen işverene asla inanmıyoruz. İşverenin şu savını hiçbir zaman benimsememek gerekiyor. İyi dönem kötü dönem diye bir şey yoktur onlar için, onlar her zaman iyi dönemdeler aldırmamalıyız böyle yalanlara.
Ya kendi ocağımızı tüttürmenin yollarına bakacağız ya da patron işçiyi tüttürmenin yollarına bakacak.mesele sınıfsaldır ve iki tarafta birbirine kin beslemekte haklıdır.
Kim kazanacak her şeyi üreten işçiler mi,her şeyi yok eden patronlar mı?