Bir hayalet dolaşıyor.
İşçiler en çok o hayaletten korkuyorlar. Yıllardır zihinlerine kazıtılmış öcüler. Yâda kötü tecrübeler ile edinilmiş yanlış anlatımlar. Biz işçiler, hayatımızın pek çok kısmını fabrikalarda, atölyelerde, inşaatlarda veya marketlerde geçiriyoruz. Yakamızın rengi hiç fark etmez. Günün sonunda herkesin yakası döktüğü ter ile kararıyorsa hepimiz işçiyizdir. Tıpkı birçok işçinin hayatının kararması gibi.
Bir şeyler yanlış (bu düzen ve sistem) hepimiz farkındayız. Biz emek verenler emeğimizin karşılığı olarak üç beş bir şeyler kazanıyoruz.
Evet, doğru.
Peki, yeterli mi?
Hayır, değil tabi ki.
Üreten, alın teri döken eğer biz isek ki bizleriz, o vakit neden ürettiğimiz arabayı veya inşa ettiğimiz evi satın alacak ekonomik güce sahip değiliz? Evi arabayı da geçelim, milyonlarca işçi en temel ihtiyacı olan giyecek elbiseyi alamayacak durumda. Çünkü bize düşen pastanın kırıntıları. Birilerinin deyimiyle porsiyonu küçültüyoruz ama porsiyonu küçülten taraf biz iken, sofrayı büyütenler patronlar oluyor. Her yıl istatistiksel olarak yayınlanan büyüme rakamlarına göz gezdirirseniz patronların sofrasının nasıl ve ne derece büyüdüğünü göreceksiniz. Sofrası küçülen patron yok. İflas edenler var diyeceksiniz eminim. Evet, var ama yine olan işçiye oluyor. İşinden oluyor, emeğinin karşılığı olan maaşından, kıdem tazminatından oluyor. Mahkemelerde hakkını almak için alacaklıların en arkasında yer buluyor kendine. Patronun malının garantisi var, arkasında her türlü siyasi ve yargı gücü var ve her türlü ayakta duruyor. Onun iflası bile değerli ama işçinin hiçbir kıymeti yok.
Dost meclislerinde bütün öfkemizi kusuyoruz ama patrona karşı ve o sistemin ana çarkı olan iktidara karşı kimsenin sesi çıkmıyor. Aman işimden olmayayım aman rahatım bozulmasın diyoruz genelde. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncıyız.
Peki, o yılan başkasını ısırıyorsa?
Artık işçilerden yana olan bir düzen gelmeli diyoruz. Patronların değil işçilerin emeğini savunan ve her hakkını teslim eden bir düzen gelmeli diyoruz. Bu düzen değişmeli hemfikiriz.
Peki, nasıl düzelir? Yâda kim düzeltecek?
Çok uzakta aramamak veya olağanüstü güçleri olan birinden beklememek lazım. O kişi bizatihi biz kendimiziz. Yanı başımızda demir döven, raf dizen, duvar örenler… Hepimiziz.
Biz düzeltebiliriz. Çok da zor değil aslında. Bir arada durmak, kafa kafaya vermek yeterli. Sendikalılaşmanın yaygınlaştırılması ve ortak amaç için mücadele etmek yeterli. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Sendikalarda örgütlü mücadele etmeliyiz. Söz, yetki, karar bizim olmalı, bunun için uğraşmalıyız. Üreten biziz, yön verecek olanda biz olmalıyız.
Hani atasözünde dediği gibi ‘’ derdi veren dermanını da vermiştir’’. Derdimiz ortak, dermanımız belli. Örgütlü gücümüzü var edebilir, o gücü patronların korkulu rüyası olarak kullanabiliriz. Emeğimizin karşılığı olanı alabiliriz. Yani bizim olanı, hakkımızı almalıyız.
O zaman ne duruyoruz.
Sendikalarımızda buluşalım ve harekete geçelim.
Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!