Bizimle iletişime geçin

Analiz

Sözcümüz Nurseli Gözüaçık: Emekçilerin kendilerinin yönetebildiği ve sonuç alabildiği örgütlenmeleri olmalı

Yayınlandı

on

nursee

 

Özgür Gelecek Gazetesi’nin Sözcümüz Nurseli Gözüaçık’la gerçekleştirdiği söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.

“AZ İŞÇİYLE ÇOK İŞ DÜZENİNE SON VERMEYİ HEDEFLİYORUZ”

 

– Öncelikle Mağaza Market-Sen ve mücadele hattı hakkında bilgi verir misiniz, neler yapıyorsunuz?

 

N.Gözüaçık: Mağaza Market-Sen, İnşaat-Sen ile birlikte İşçi Hareketi Koordinasyonu’muzun bir parçası. Ülkenin dört bir yanındaki kentlerde her mahallede, her sokakta bulunan market işçilerinin, depo işçilerinin, mağaza emekçilerinin örgütlü birliğini sağlama hedefiyle hareket ediyoruz. Öncelikli olarak Şok, A101 ve BİM mağazalarında örgütlenmek için faaliyet yürütüyoruz. Fakat elbette ki diğer marketlerden, farklı sektörlerdeki mağazalardan işçiler de sendikamıza ulaşıyor. Onların mücadelelerini de takip ediyoruz ve tüm imkanlarımızla yanlarında oluyoruz.

Bu sendikayı kurduk çünkü hepimizin gözünün önünde hiçbir örgütlenme hakkı tanınmayan, fazla mesaiye zorlanan, hakları sistematik olarak gasp edilen, sürekli işsizlik baskısıyla sindirilmek istenen kocaman bir işçi kesimi var. Ülkenin dört bir yanında halkın temel ihtiyaç maddelerinin temini için alınteri döküyorlar. Fakat büyük marketler dışında sendikal bir örgütlülükleri yok. Kaldı ki olsa bile o sendikalarda işçinin söz hakkı yok.

İşçinin katılım sağlayabileceği bir mekanizma bulunmuyor. Böyle olmadığında ise hak gaspları, fazla mesai dayatmaları, mobbing, az işçiyle çok iş kural haline geliyor. Biz mücadelemizle bu düzene son vermeyi hedefliyoruz.

 

Mağaza Market-Sen, Esenler’de bir A101 şubesini yalnız başına açmak zorunda bırakılan ve elektrik panosundaki arıza nedeniyle çıkan yangında yaşamını yitiren market işçisi Muhammet Ali Yaşar için 21 Haziran 2022 tarihinde eylem yapmıştı. Muhammet Ali’nin öldüğü A101 şubesi önünde başlayan eylem, Esenler halkının da katılımıyla mahallenin sokaklarına yayılmıştı.

“MİGROS İŞÇİLERİ ARASINDA PATRONUN TİS OYUNUNA ALET OLAN TEZ-KOOP-İŞ YÖNETİMİNE TEPKİ VAR”

– Geçtiğimiz günlerde Migros işçilerinin basına yansıyan bir eylemi oldu. O sürece sizler de dahil oldunuz. Bilgi verir misiniz, süreç nasıl çözüldü?

 

– Migros işçilerinin yaşadığı sorun, TİS sürecindeki tüm haklarının patronlar tarafından ve yetkili sendika Tez-Koop-İş’in de katkısıyla gasp edilmesiydi. Mayıs ayında yapılması gereken sözleşme, geçtiğimiz sene asgari ücrete zam yapılmasından 1 gün önce yapıldı. Eğer 1 Ocak’ta yapılmış olsaydı işçiler 5.500 TL üzerinden değil 8.500 TL üzerinden zam alacaktı. İşçilerin hakları hem patron hem de sendika bürokratları eliyle göz göre göre yenmiş oldu.

Migros’ta elbette ki tüm işçiler yaşanan bu haksızlığa seyirci kalmak istemedi.

Bu ekonomik kriz içinde açlık sınırlarında alınan maaşlardan, yenilen promosyonlardan, gasp edilen sosyal haklardan bahsediyoruz. Bu kardeşlerimizin geçindirmesi gereken aileleri, sevdikleri, yakınları var. Dolayısıyla işçiler arasında patronun TİS oyununa alet olan Tez-Koop-İş yönetimine büyük bir tepki var. Geçtiğimiz hafta sendikanın Şişli şubesinde yapılan eylemde işçiler usulsüzce imzalanan TİS’in iptal edilmesi gerektiğini, kıdem farklarının verilmesi gerektiğini, işçilere güncel asgari ücret üzerinden zam yapılmasını ve kendilerine refah payı verilmesi gerektiğini söyledi.

Sendikal yaşamdaki en önemli şey işçinin söz, yetki, karar hakkıdır. Bu sebeple o günkü eyleme biz de destek verdik. İşçilerin sözünün yaygınlaşması için çaba gösterdik. Ancak işçilerin birlikte gösterdikleri iradeye, bu iradenin meşruiyetine bir saygı gösterilmedi. Tez-Koop-İş şubesinin kapıları, o sendikaya her ay aidat verip var eden o işçilerin yüzüne kapatıldı.

Patronlar nasıl işçilerin TİS haklarını gasp ettiyse, Tez-Koop-İş yönetimi de bu tutumuyla Migros işçilerinin sendikal haklarını gasp etti. Ancak Migros işçilerinin attığı bu adım önemliydi. Bu adımın devamı gelecek, Migros’taki haklı mücadele devam edecektir.

 

Tez-Koop-İş Sendikası’nın Migros ile imzaladığı TİS’e itiraz eden işçiler geçtiğimiz haftalarda 31 Mayıs günü, İstanbul Şişli’de Tek-Koop-İş Sendikası 4 No’lu şubenin önünde basın açıklaması gerçekleştirdi.


“ÖRGÜTLENME DÜZEYİNİ ARTIRMALI, MÜCADELEYİ BÜYÜTMELİ, DİRENİŞLERİ ÖRNEK BİÇİMDE SONUÇLANDIRMALIYIZ”

 

– Bugün birçok bölgede işçiler farklı iş kollarında, inşaat, tersane vb. eylemler, grevler yapıyor. Sizce işçi sınıfı açısından nasıl bir tablo var ve sınıf özneleri neler yapmalı?

 

– Birçok farklı iş kolunda eylemler yapılıyor, mücadeleler veriliyor, zaman zaman grevler de oluyor. Bazı zamanlarda işçiler patronlara karşı kazanım da elde edebiliyor, hak gasplarına engel olabiliyorlar. Bunlar elbette ki değerli fakat işçi sınıfının genel durumunu değerlendirmek açısından yeterli değil.

 

Çünkü aldığımız iyi haberler sadece o mücadelenin o anı içerisinde, o anına dair bir iyi haber oluyor. Bu mücadelelerin öncesini, sonrasını konuşamıyoruz. Sonuçlarını duyamıyoruz, göremiyoruz, inceleyemiyoruz. Bu bahsettiğim bir işçi topluluğunun patrondan hakkını alması değil. Esas mesele o direnişçi işçilerin nereye gittiği. O iş yerinde örgütlenmenin ileri adımlarının ne olduğu. İşçilerin kendi örgütlerini nasıl yönettiği. Deneyimlerini başka işçilere aktarıp aktarmadığı vb.

İşçi sınıfının durumunu konuşmak için sınıf mücadelesi içerisinde öncelikli olarak bu soruların yanıtlanması gerektiğini düşünüyoruz. İşçi sınıfının örgütlenme düzeyini artırmak, mücadelelerini büyütmek, bu mücadeleleri örnek biçimde sonuçlandırmak gayreti içinde olunmalı.

Kendinden münferit olaylar da aslında umudu değil umutsuzluğu besliyor. Bu durum çok tehlikelidir. Zira ekonomik kriz var ve kârlarını korumak isteyen patronlar işçi sınıfını açlık sınırındaki ücretlere, işsizlik baskısına, bitmeyen mesailere, örgütsüzlüğe itiyor. O değilse onlara tek bir söz hakkı tanımayan sarı sendikaların insafına bırakılıyorlar.

Tüm bunlara karşı verilecek anlamlı mücadele; tüm sektörlerde ve tüm iş yerlerinde emek verenlerin kendilerinin katıldığı, kendilerinin yönetebildiği ve sonuç alabildiği örgütlenmelerin kurulmasına ön ayak olmak gerekiyor.

Bu örgütlülükler sağlanabilirse sendikal bürokrasiye karşı alternatifler ortaya konulabilir. Yeni tip demokratik, çoğulcu sınıf sendikaları, birlik zeminlerinin kurulmasına imkanlar oluşabilir. Ve ancak böylesi örgütler ve bu zeminler, işçi sınıfının ülkede gerçek bir siyasi güç olmasının araçları olabilir.

 

Tanzim Market işçilerinin “iflas” gerekçesiyle alacaklarını ödemeyen patrona karşı 21 Kasım 2021’de Gaziosmanpaşa’da yaptığı basın açıklamasından. İşçiler o gün bir arada, haklarını gasp eden patrona kırmızı kart göstermişti. Tanzim Market işçilerinin mücadelesi, Mağaza Market-Sen öncülüğünde kazanımla sonuçlandı.

Analiz

Bakan Şimşek’i Asgari Ücret İle Yaşamaya Davet Ediyoruz

Yayınlandı

on

Hani Almanya’nın Hans’ı Türkiye’nin Hasan’ını kıskanıyordu. AKP yetkilileri her gün onu pompalıyordu. Ne oldu da şimdi siklet düşürdük? Maliye Bakanı Şimşek, madem asgari ücret düşük değil, bırak 290 bin TL’lik maaşını, şu asgari maaşla geçin de görelim! Kaç gün geçinebiliyorsun?

TÜİK pinpon topuyla enflasyon hesabı yapıyor. Yıllık bazda %75 enflasyon, altı aylık bazda %25’ler seviyesine gelmiş durumda. Hal böyleyken Cumhurbaşkanı, Çalışma Bakanı asgari ücrete “ara zam yok. Aralık’ta görüşeceğiz” demekten vazgeçmiyor. 14 milyon TL’lik Mercedes’e binen bakan Şimşek, fedakarlık yapmamızı bekliyor. Gözümüzün içine bakıp, alay edercesine asgari ücreti 3. sınıf ülkelerle kıyaslıyor. Düşük değil diyor.

Açlık sınırında ücretlerle yaşayabileceğimize bizi inandırmak isteyenler, kendilerine de Temmuz’da zam yapıyorlar. Sayın bakanlar çok çalışıyor. Biz yan gelip yatıyoruz yani. En gülünç olanı da bu ülkenin emekçisini enflasyona ezdirmediklerini ifade ediyorlar. İşçi kardeşlerimize bir çağrımız var.

Zam için beklemeyelim. Birliğimizi kurup harekete geçelim! İşçiler bölünerek değil, birleşerek kazanacak! Haklarını alacak!

Continue Reading

Analiz

Emrah Aydın Yazdı: Koltuk Sevdası ve Yaşam Mücadelesi

Yayınlandı

on

iscisi

Sonu bir türlü gelmeyen ve insanları hep bir şekilde kandırıp inandırabilen bir iktidar var karşımızda.

Bununla birlikte hayatımızla oynayan, hayatımızla oynatmayı seven insanlarımız da var tabii. Sorumluluk ve sahiplenme konusunda çok iyiyiz. Becerikliyiz ve çalışkanız. Başta aile ve iş sorumluluklarımız var. Her birimiz de bu sorumluluklarımızı yerine getirmede iyiyiz. Ancak bunları yaptığımız halde bile eksiklerimiz fazlasıyla var.

Açıkçası yöneten her kim olursa olsun önce sözler verir ve ardından o koltuğa oturduğu anda verdiği sözler çöp olur. Bir de milletin sırtından inmek nedir bilmezler.

Pek çok kişi de “Nasılsa insanlar alışık” diyip “önceki de zaten milletin sırtındaydı, biz neden olmayalım?” diye düşünüyor nedense. Ama son seçimlerden sonra vatandaşlar pişman oldu mu? Evet pişmanlar. Bunun belli olduğu yüzlerindeki ifadeden aşikar.

Şimdi durumu aksine çevirmenin tam zamanı aslında. Üreten işçi ve emekçiler ise yöneten neden işçiler ve emekçiler olmuyor? Her şeyi yapan işçi emekçi ise tabii ki de olabilir. Aile desen onlar geçindiriyor, iş desen onlar görüyor. Bunları yapan her şeyi yapar.

Tüm işçi ve emekçilere seslenerek şunu söylemek isterim; hak ve hakkaniyet için birlikte bu yola çıkmalıyız. Ben ve diğer işçi kardeşlerimle birlikte gelin bu oyunu bozalım. Yine, yeniden biz kuralım. Bu patronlara ve onlar gibi insancıklara nasıl güzel bir yaşam olur gösterelim. Cevabımızı mutlu ve birlikte yaşam ile verelim ki onlara çok güzel bir tokat olsun.

Yapılacak bir şeyin olmadığını düşünen, art niyetli ve kendinden başka kimseyi düşünmeyen insancıklar da var aramızda. Ama şimdi artık her şey değiştiği gibi yeni nesil de değişti. Öz neslimize güvensizliğimiz tecrübe ile sabit. Ancak yine de kötülüğün değil iyiliğin göstergesi olmak için çalışmamız gerekir. Yönetmeyi birbirimizden öğrenmemiz gerekir. Onları bertaraf etmek için bunu uygulamamız gerekir.

Üreten biziz, yöneten de biz olalım.

Continue Reading

Analiz

Mehmet Yıldırım Yazdı: Daha İyisini İstemeliyiz

Yayınlandı

on

shanty

İşçilerin kendi emeğine yabancılaştığı dönem demişti bir arkadaş; biz işçilerin verdiğimiz emekten çok veremediklerimizde aklımız kalır. Ofis çalışanı isek ofislerde olmamız bizim için bir şans niteliğinde, sahada isek sahanın esnekliği.

 

İnşaat işçisiyim. Babadan bir meslek ancak baba mesleği değil. Nefret etmiştim baba mesleği inşaattan. Nazım Hikmet’in dediği gibi bizde çocuklar erken olgunlaşır. Evet bizler erken olgunlaştık. Aile düzeni içinde ekonomi yedek gücü için üretildik. Belki de desek daha doğru olur, biliriz yabancı değiliz bu sözlere. Çocuklukta başlar bizim kapitalizm ile tanışmamız. Biz adını bilmeyiz bu sömürü düzenin ancak hissederiz çocukluğumuzu çalan bir şeylerin olduğunu. Ailen seni geçim kaynağının bir parçası görmez önce, hayatın kıymetini bil ekmek parası nasıl kazanılıyor öğren diye atar seni. Kimimiz tekstilde kimimiz oto tamirde kimimiz inşaatta kimimiz tarlada… Bizde erken başlar. Bende de öyle oldu. Erken başlayan bir baba mesleği. Öfkem baba mesleğine çocukluğumu çalan bir hırsız gibi. 

 

Yıllar sonra ise yine baba mesleği ile aynı yerdeyim. Çok şey değişmiş. Ben tekstil, metal veya kimya sektöründe çalıştığım dönemde çok şey değişmiş inşaat sektöründe. Büyük projeler almış inşaat sektörünün gövdesini. Küçük müteahhitler yine varlar ve teknoloji aktif kullanılmaya başlanmış. Sırtımızda taşıdığımız kumu, çimentoyu artık asansör ve vinçler taşıyor. Her şey daha bir kolay olmuş.

Bizim için mi kolay olmuş yoksa zaman kazanmak için mi onu anlamak uzun sürmedi. Tabi iki zaman ve işçilikten kazanmak için. Ama bir yanılgıya düşmemek elde değil. İşler kolaylaştıkça insan emeğine yabancılaşıyor. Alışkın da değiliz sırtımızda yük olmadan çalışmaya. Son dönemde moda olan bir söylem düşünce beliriyor aklımızda, “İşim kolay hiçbir iş yapmıyorum” diye. Eskiden inşaat işçilerinin aldığı ücretler asgari ücretin yaklaşık 2-3 katı iken bugün asgari ücretle çalışmamızın sanırım bizi ikna eden kısım bu: İşim kolay, hiçbir iş yapmıyorum ki zaten!

 

Farklı sektörlerde çalıştım ve bu söylem bana hiç yabancı gelmiyor. Farklı işler, aynı söylem. Ama bizim işimiz çok rahat.

Sonrasında işveren temsilcisi, usta, şef, müdür hep bir ağızdan: İşimiz çok kolay, senden çok şey istemiyoruz. Ve düşük ücretler tabii… Her yerde düşük ücretlerle karşılaşıyorum artık. Bu sözle demiryolunda çalışıyorsun tehlikenin ortasında canın bir kenarda. Yöneticilerin söylediği o söz “en kolay işi biz yapıyoruz”. Ben de inanmaya başladım “en kolay iş benim işim”. Artık nerede çalışsam en kolay işi hep ben yapıyorum. Emeğe yabancılaşıyorum sanırım. Üretilen teknolojinin bugün bizlerin çalışma hayatını, yaşam standartlarını kolaylaştırmak için olduğunu bilsem de yabancılaşıyorum emeğime.

 

Vicdani muhasebe var hep bir yerlerde. Alışkın değiliz. 10 saat sahada olup bunun toplamında 5 saat çalışmaya alışkın değiliz ve 10 saat orda çakılı kalsak da aldığımız ücretlerin adaletini buradan belirliyoruz. Bitirdiğimiz projelerden milyarları alanlar, hiç emek vermeden işçilerin emeğinin toplamının yüzlerce katını kazananların karşısında bizler yaptığımız işi küçümsüyor ve emeğimize yabancılaşıyoruz. Daha iyisini istemiyoruz çünkü hak ettiğimizi düşünmüyoruz. 

 

Düşük ücretlerle çalışırken yaşantımız öyle mi peki? Yani hayat şartları öyle kolay mı? Hiçbirimizin değil. Verdiğimiz kiralar asgari ücret kadar veya fazlası. Önceden benim hatırladığım o eski Türkiye dedikleri dönemde bir maaş ile geçinebilenler, çocukları okutan babalar, ev alabilen aileler vardı. Bugün ise bir evde en az iki kişi çalışmak zorundayız. Birimiz ev sahibine, diğerimiz markete faturalara. Geri kalanı ise tamamen yetersiz ve sağlıksız beslenmeye harcıyoruz.

Binlerce yıl geçmiş kölelik düzeni üzerinden. Teknoloji gelişmiş, bilim gelişmiş ancak o günün şartlarından daha kötü bir dönemdeyiz. Sanki sadece özgür olmakla övünüyoruz o günlere nispeten. Özgürlüğümüz ise “kendin için yaşa, kendin ol, her şeyden önemlisi sensin” zırvasının yalnızlaştırdığı bir özgürlük. Başımızda köle sahipleri yok ama onların düzeni var. Modern dünya ile hayatımızda iş seçme ve değiştirme hakkimiz var ama milyonlarca işsiz de var. Eskiden en az asgari geçim için belirlenen asgari ücret; bir kişinin ailesi ile kirası, beslenmesi, giyimi ve yaşam gerekliliği için belirlenmişken bugün asgari ücret sadece kiramıza yetiyor.

 

Ülkemiz büyük bir kriz içinde. Her gün cebimizdeki para değer kaybediyor. 2 yıl önce almak istediğimiz ev, araba vs. bugünün rakamı ile 10 katına çıkmış durumda. Bizler için hayal olan bu ihtiyaçlar ise ne kadar yoksullaştığımızın somut örneği. Yine bu dönem dışarda yediğimiz her bir şeyin hesabını yapar olduk. Gittiğimiz her bir mekan ya da restoranda ilk olarak fiyatlara bakıyoruz. Fiyatların yazmadığı restoran bizim korkulu rüyamız. Kaç para hesap gelecek, çocuğu olanlara daha da zor bir yaşam. Bu dönem üniversite okuyan çocuklar o ailenin kabus dönemi. Yurt parası ya da kirası, harçlığı, ihtiyaçları…

 

Okul okuyan çocuklar için de çok zor bir dönem. Son dönemlerde artan gençlerin bedenini sergileyerek para kazanmaları, dijital hastalıklı insanlar haline dönüşmeleri, bir yanda fuhuşun, hırsızlık ve uyuşturucunun artması. Hepsinin nedeni yine yaşadığımız bu ekonomik dönem. Bizler daha iyisini hak etmediğimize inanıyoruz. Her sene bir araya gelen satılık sendika temsilcisi Türk-İş ve benzerleri belirlenen asgari ücretin bizlere yeteceğini söylerken bizler de daha iyisi olması gerektiğine inanmıyoruz. Bugün asgari ücretin 11.400 lira olduğu bu ülkede İstanbul’da en düşük kiranın 12.000 lira olduğu bir denklem var. En az 30 bin olması gerekiyor ama en az diyemiyoruz çünkü buna inanmıyoruz.

 

Size benim ve çoğunuzun bildiği birşey hatırlatayım, asgari ücretin kiralara oranı 3’e 1 idi. İyi yerlerde bile maksimum 3’e 2 idi. Geldiğimiz hale bir bakın, içinde iken farkedemediğimiz kayıplar bunlar. Belki bir kısmımız fırsatçı ev sahipleri var diyebilir, öyle değil bence. Düzensiz göç alan bir ülkede 200 bin liralık ev 3 milyon olmuş son 2 senede. En önemlisi o ev sahipleri de senin benim gibi markette zamlanmış yağ alıyor ya da 18’den 40 liraya yaklaşmış petrol zammı ve hammedesi petrol olan her bir şeyi zamlı alıyor, senin gibi benim gibi.

 

Ülkenin gidişatı kemalistler ve siyasi İslam arasındaki tartışmadan daha ötede artık. Geleceğimiz kayboluyor, her geçen gün bir yerler satılıyor ve özelleştiriliyor. Her gün Körfez ülkeleriyle antlaşmalar, devamında yeni yerlerin satıldığına işaretler… Taşıma suyu ile değirmen çevirmeye çalışan bir hükümet ve çok derin bir kriz içindeyiz.

Son dönemlerde bize teknoloji gelişimiyle salt ‘sadece kendini düşün, kendin için yaşa ve sen her şeyden önemlisin’ fikrinin pompalandığını görüyoruz. Medyanın bizlerde yarattığı bu düşünceler hepimizi yalnızlaşmış, en yakınındakilere bile duyarsızlaşmış, kendinden başkasını düşünmeyen, konfor alanı içinde kalıp hareket edemeyen, konfor alanını bozmamak için hareket etmeyen bir topluluk haline getirdi.

Bakınız yaptığımız işlerde çok az çalışarak para kazanmak isteyen, evimizde hareketsiz ve sadece kendi kendimize bir şeylerle uğraşan, hak gasplarına, özgürlük ihlallerine tepki vermeyen, tepki veren eylemcileri de vatan haini ilan edenler olduk. Bizim konfor alanımız bozulmasın diye her şey; ancak artık o konfor alanını sağlamak zorlaşıyor. Ek iş ek mesai gerektiriyor. Bizler bunları hak etmiyoruz. Zenginlerin yarış böcekleri veya hobi bahçeleri değiliz. Değişim hepimiz ve daha önemlisi çocuklarımız için şart. Moğolların bir şarkısı var bilirsiniz, Bilmeyenler ve bilenler için “Bir şey yapmalı”. Tekrar bir dinleyelim, “Bir şey yapmalı.”

Continue Reading

Trending