Analiz
Nurseli Gözüaçık yazdı: Birliğimizle Güneşli Günler Gelecek
Erdoğan Çin’e özeniyor.
Ucuz iş gücü cenneti, koca bir ülke.
Türkiye neden Çin gibi olmasın?
İş gücü ucuzlarsa, kendi sermayesi yetmez gibi yabancı sermaye de ülke işçisini köle gibi çalıştırırsa, iş günü 12 saat – ücretler asgari olursa, patronların kârları uçarsa, hoca da Erdoğan’ın sözlüsüne 100 verirse sınıfı geçecekti.
Maalesef sınıfta kaldılar. Bir kez de değil…
Yeni asgari ücret belirlendi: 11 bin 402 lira.
Asgari ücret zam ile birlikte açlık sınırını “biraz” aşıyor.
Son ayın enflasyonu doğalgaz manipülasyonu ile neredeyse sıfırlandı.
Önümüzdeki aylarda da bu manipülasyonu göreceğiz.
Ancak saklanan esas felaket gıda enflasyonu.
TÜİK’e değil emekçinin cebine bakınca görüyoruz gerçeği.
Sütün kutusu 30 TL.
En kötüsünden bir kilo peynir 115 TL.
En kötü evin kirası 8 bin TL.
İstihdamı artırdık, kölece koşullarla hizmet sektörünü büyüttük diyor iktidar.
12 saat çalışmayla, mobbing ile bu sektör büyüdü evet.
Hizmet sektörü yüzde 5 büyümüş.
Tesadüf değil, metropollerde büyüyor bu sektör.
Koşulların en ağır, çalışma saatinin en uzun, ücretlerin en düşük, kalifiye elemanın lazım olmadığı hizmet sektörü büyüyor.
İşsizleri bu sektörde sirküle ederek her eve maaş girmesini sağlıyorlar.
Ancak bir eve bir maaş girerse bu sadece kirayı öder.
İki maaş girerse kira ödenir ve maaş aç kalmamaya yeter.
Ayrıca bir eve iki maaş girse bile yoksulluk sınırını aşamıyoruz.
Yoksulluk sınırı 33 bin lirayı aşıyor cânım ülkede.
Hep mi böyle gidecek?
Peki biz neler kaybediyoruz?
Hep böyle gitmez diyorsak kaybettiklerimize bir bakmamız lazım.
İşçi sınıfının kıdemli emekçileri, zam hakkını topyekün kaybediyor.
İster 10 yıl çalış, ister 20 yıl.
Asgari ücrette hepimiz eşitleniyoruz.
Özel sektörde ise patronlar asgari ücret teklif ediyor.
Milyonlarca emekçinin ücreti, asgaride yine eşitleniyor.
Çalışma saatleri uzuyor.
Sendikalı olmak her iş yerinde zorlaştırılıyor.
Sert koşullara alıştırılıyor işçiler.
Bu sert koşullarda, tüm işçiler elindekini kaybetmemeye yöneliyor.
Ancak koca bir ucuz işgücü ordusu haline geliyoruz.
Eli kolu bağlı, ne konursa önüne şükretmeye hazır zannediyorlar bizi.
Hep mi böyle gidecek?
Peki neyi değiştirmeliyiz?
Temel konularımızdan birisi bu asgari ücretin nasıl belirlendiği.
Asgari ücretin belirlenmesinde işçi sınıfının tek bir müdahale mekanizması bile yok.
Maaşlarımızı belirleyen yapı; patronlar-iktidar ve göstermelik Türk-İş temsilcisinden oluşuyor.
Milyonlarca emekçinin ücreti işte bu üçlü çetenin el sıkışmasıyla belirleniyor.
Hep mi böyle gidecek?
İşçilerin yeni örgütlenmeleriyle, yeni sendikalarıyla bu yapıyı yıkması lazım.
Biz mi yapacağız diye düşünmeyelim.
Masaya yumruğumuzu vurarak işe başlamalıyız.
Peki biz neyi hedeflemeliyiz?
Ülkenin tüm değerini işçi sınıfı üretiyor.
İşçilerin ürettiğinden aldığı pay her geçen gün azalıyor.
Sömürü zaten bu ancak başka bir işleyiş mümkün.
Bu sermaye düzeni içinde de olsa işçilerin yoksulluk sınırının altında kalmayan ücret alması mümkündür.
8 saat iş gününü 100 yılı aşkın süre önce en beter koşullarda kazandık.
Ücret kavgasını neden kazanamayalım kardeşler?
Kıdem farkını gözeterek, refah payını gözeterek her ay ücretlere zam da mümkün.
Bilmeliyiz ki tüm bunları kazanmak için yolumuz hep aynı yere çıkacak:
Örgütlü, süreklileşmiş, politik işçi birliklerine ihtiyacımız var.
Bugün değilse ne zaman demeliyiz.
Bunu var etmek için her iş yerinde birleşmeliyiz.
“Çok çalışmaktan yorulduk
Yaşamaya ancak yetecek kadar para
Düşünmeye ise zaman yok
Güneş ışığını hissetmek istiyoruz
Çiçekleri koklamak istiyoruz”
O çiçekleri koklayacağız.
Güneşli günleri getireceğiz.
Ancak birliğimizle, ancak birliğimizle.
Yazıyı yarin.net.tr’de okumak için tıklayın.